Spor Eve Sığar




Herkese Merhaba!

Sizlere YouTube' dan spor yapma serüvenimi anlatmak istiyorum. Zayıflayamam Hikayem yazısında da belirttiğim sebeplerden ötürü dışarıda spor yapamadım. Pandemiden önce günde 15 bin adım atıyordum. Hem bulaş riskinden korktuğum hem de maskeyle imkansız olduğu için yürüyüş yapmayı da bırakmıştım. 
Zaten 2019 yılından beri YouTube dan spor yapıyordum. Leslie ile evde yürüme videoları izliyordum ama bir süre sonra yetmemeye başladı. Çünkü sırıtarak boş adım atmaktan ibaret. Ben tüm kasları çalıştıran bir şey istiyordum. 


 
Chloe Ting bir ara epey meşhur olmuştu. İnsanların kasın kası yapmak için en çok önerdiği kanal ama videoları kısacık beş dakka on dakka.  Ben aktif, terleten gerçek bir spor istiyordum.

 

Sonra Popsugar Fitness kanalını buldum. Yarım saat, kırk beş dakika hit workout olmasını sevdim. Bunun sorunu da düzensiz olmasıydı. Bir gün Latin dansı, diğer gün Hip-Hop, öbür gün zumba, ortaya karışık kick boks. En güncel videosu da 4 yıl önce. Yani bu da uzun soluklu olmadı.

Popsugar Fitnees'ın bana en büyük iyiliği şu oldu: Videolarda konuk antrenör çağırıyorlardı. Her yorumda Sydney Cummings'i çağırın,  Sydney Cummings'i çağırın yazısını görünce merak edip baktım.

 Veeeeee! Aradığımı buldum dostlar. Düşlerimin prensini bulsam bu kadar sevinmezdim. Tam aradığım antrenör. Her gün yeni video atıyor ve aylık programa bağlı kalıyor. Dambıl ile, plates ipi ile bazen ekipmansız 30, 45, 50 dakika farklı zorluk seviyeleri var. Bir gün kol çalıştıysa ertesi gün bacak ve kalça, diğer gün kardio gibi çok güzel sistematiği kurmuş. Ve tanıdığım en pozitif, en enerjik insan. Her video sonunda öyle güzel motive sözler söylüyor ki yazının sonunda hepsine yer vereceğim.

  Dediğim gibi tanışmamız taaa 2019'a kadar uzanıyor. Hatta iddia ediyorum Türkiye'de ilk ben keşfetmişimdir. O zamanlar 300 bin civarında abonesi vardı, hayret etmiştim böylesine başarılı bir kanalın niye az takipçisi var diye. Şimdilerde bir milyondan fazla üyesi var.  Normalde sevdiğim bir şey bana saklı kalsın isterim ama bu istisna. Sporu sevdiren ve heveslendiren bir aurası var. 

Ne kadar sevdirip heveslendirse de bir programı baştan sona tamamlamayı bir türlü başaramayınca yazısını yazmak şimdiye kısmet oldu. Activate programına 1 Ocak'ta başladım beş ayda anca tamamladım inanılır gibi değil. 19 Mayıs Gençlik ve Spor Bayramı'na denk geldi de isabet oldu diyelim.

   Aslında düzenli spor yapma kararı aldığımda Zeki Müren gibiydim:

" Efendim çok az uyuyorum. Dört saat uyku bana yetiyor. Kahvaltı etmiyorum, sabah cimlastiği yapıyorum. Ev idmanlarına önem veriyorum, pedal çeviriyorum, kürek çekiyorum ve bel kemeriyle masaj yapıyorum efendim." 

  Sabah namazından sonra uyumayıp spor yapıp kahvaltı etmeyi planlıyordum tahmin ettiğiniz gibi uzun sürmedi. Yine de müsait oldukça spora vakit ayırıyordum. 5kg. lık dambılla YouTube idmanımı tamamladım efenim.  Bir tane yetmez elbet, bu yıl içinde beş programını daha bitirmek istiyorum.

 Yukarıda da bahsettiğim gibi her videonun sonunda, soğuma hareketleri yaparken mental olarak da güçlendiren sözler söylüyordu. İşte birkaçı;

* Biliyorum ki bu yıl büyük değişiklikler yapmak istiyorsunuz. Senin için orada olmak istiyorum. Yolculuğunda yanında olmak istiyorum. Çünkü şimdi senin zamanın geldi. Bu yıl büyük bir değişiklik istiyorsun, sonunda bir şeyleri elde etmek, bunu yaşam tarzına dönüştürmek istiyorsun. Her zaman seninle ilgileneceğim.. Unutma bu senin yolculuğun, vazgeçmek için bu yolu seçmedin. Ben seni zorlamaya devam edeceğim, sen de kendini zorlamaya devam et!

* Hedefin senin için yeterliyse hangi ruh halinde olduğun önemli değil. Kimse elinden tutup "Hadi bu büyük hedefe ulaşalım." demeyecek. Bu yüzden bekleme. Basit bir şeyle başla ama şimdi başla.

* Hayatınızdaki zorluklar değiştirme yeteneğinizi hatırlatmak içindir. Ah, bu düşündüğümden daha zor demek için değil çünkü zorluklar her zaman olacak. Sana azminin gücünü ya da nasıl daha güçlü olacağını öğretmek içindir. 

* Hayatında hiçbir şey olmuyor, çünkü kurbansın, çünkü zayıfsın, çünkü hayat sana ve sadece sana haksızlık ediyor. Bazen böyle hissetmek sorun değil. Zor zamandaki hisleri görmezden gel demiyorum. Hissetmen gereken her şeyi hisset ve sonra ileri mi geri mi gideceğine karar ver. 

0

Blogun 1. Yıl Dönümü !!!

 



Arkadaşlar bir yıl oldu bile.
Ani bir kararla blog adresi açtım. Ne yapacağımdan tam emin olmasam da çok heyecanlıydım. En zoru isim bulmaktı. Düşündüm taşındım gönlüme göre bir isim bulamadım. Çok içime sinmese de dandinidastana ismini koydum. Zaten benzer isimle birçok blog adresi kurulmuş, benle alakası olmayan sosyal medya hesapları da vardı. Daha güzelini bulana dek kullanmaya karar verdim. Birinci yıl dönümümde blog adresimin ismini Memnuniyet Karinesi olarak değiştiriyorum. Bu isim tam bana göre. Ben uydurdum belli oluyor mu heheh.
 Diğer zor olansa yazı yayınlamak. Yazmak çok zevkliydi ama bu kadar zahmetli olduğunu bilmiyordum. Zahmet derken, özenerek yazdığım için sandığımdan uzun sürüyordu. 
Zaten hepi topu kaç yayın yaptım ki? 
Buna rağmen üretken hissettim. Yeni yazı yazmak için bir takım çabalara giriştim, yeni uğraşlar aradım, kısıtlı zamanım olsa da blog adresimi -aslında kendimi- besleyecek işlere vakit ayırdım.
İlk sene-i devriyemde nasıl mı hissediyorum?
Hız treniyle rayların en tepesine tırmandım şimdi yokuş aşağı inme zamanı!
Zorlu ve yavaş kısmı bitirdim şimdi hızlı ve heyecanlı kısma geçelim.
O zaman eller havaya ben geliyoruuum!..

1

Çok Sorun Tek Çözüm | Cilt Bakım Hilem

 


Uzun bir aradan sonra merhaba Dünya!

Geçtiğimiz günlerde çok zorlu bir dönem atlattım. Başka bir yazıda mutlaka bahsetmek istiyorum. O acı günlerin üzerine bu sabah çok güzel bir güne uyandım. Baya şair gibi hissettim. Baharın son gününü yaşıyoruz ama bana cemre yeni düştü. Güneşin doğuşunu seyrettim, rengi turuncuydu, tupturuncu. Kuş seslerini dinledim. Dinledikçe daha da dinlemek istedim. Çok güzel bi sabahtı. Tüm gün içimde sükuneti hissettim. 

O sırada okuyucu: Çok sağol bu bilgi için.

Yani demem o ki keyfim yerindeydi bugün. Üstüne beni daha da şımartan bir olay oldu. Hemmencecik buraya koştum.

Yazının konusu son zamanlarda çokça övgü aldığım cilt güzelliğimin sırrı 😁

 Ben şanslı azınlıktayım ve cildim güzel. Tabi ben bunun farkında bile değildim. Lisede ipeksi cildimle ün yapmıştım. Diğer kızlar roaccutane kullansak mı diye birbirlerine soruyordu ben fransız. Cilt bakımı rutinim de olmadı. O gün iyi günümdeysem içtiğim kahvenin telvesini sürerdim o kadar.



Neyse efendim peri masalı da bir yere kadar. Tek tük çıkan sivilceleri de sıkardım, iz kalsa da sorun etmezdim. - ya işte o kadar habersizdim-  

Gel zaman git zaman cilt yapım değişti. Kurumaya başladı ve bi krem alayım artık dedim. Araştırdım ettim  eczane ürünü nemlendirici krem ve yüz yıkama sabunu aldım. Uzunca bir dönem kullandım ama memnuniyet: sıfır

Sabah sabunuyla yüzümü yıkıyorum: Hacı Şakir etkisi. Hayır yani kokusu -anladık parfümsüz de- sanki tedavisi olmayan hastalığa yakalandım da endemik bitkilerden kocakarı ilacı yapıp sürdüm gibi.

İkinci adım nemlendirici: Vıcık vıcık yapısıyla nalet olsun dedirten türdendi. Aynen şöyle oldu; kremi sürüp merdivenlerden indim arabaya bindim kuzenim dedi ki elindekiler ağır mıydı niye öyle terledin?

Anlayacağınız kahve telvesine geri dönmeme ramak kalmıştı hahahah.

Aralarda başka denemelerim de oldu ama sonuç yine fiyasko.

Elbette bu ulvi arayışıma bir son vermedim taa ki onu keşfedene kadar hghhjklkjhgf.

Cildim kuruyor demiştim. Göz altlarım bile kupkuru oluyordu. Ben de elim değmişken göz altı kremi-serumu her ne varsa alayım dedim. YouTube da yorum videoları izlerken şu videoya denk geldim:


Göz çevresi kremi kullanmak gerçekten gerekli mi yoksa kozmetik firmalarının inandırdığı ihtiyaç mı sorusunu inceleyen bir video. Ve beni kesinlikle ikna etti. 
Göz çevreniz çok hassas değilse kullandığınız nemlendiriciyi göz çevresine de sürülebileceğini kanıtladı.  Şöyle ki:
Ürün içerik listelerinde en yüksek orandaki içerikten en düşük orandaki içeriğe gidilir. Bu video nemlendirici krem ile göz çevresi kremi içeriklerini karşılaştırdığında ilk on içeriğin birebir aynı olduğunu gösterdi. O yüzden sadece kaliteli bir nemlendiricinin yeteceğinden emin oldum.

İşte böylesine ince eleyip sık dokudum ama artık bıkmaya başladım ve günlerden bir gün kozmetik mağazalarından birine girdim. Kendimi satış danışmanının güvenilir kollarına bıraktım.

Yasal Uyarı: Ürünü açıkladığımda uğrayacağınız hayal kırıklığından müessesemiz sorumlu değildir.

 Nemlendirici krem ve dudak balmı istiyorum dedim. Ama hayvansal ürün kullanmayan marka olsun dedim. Sonuçta domuz yalamak istemeyiz ama di mi? Ralph deney tavşanından sonra zaten hepimiz animal rights activist.

Satış danışmanı temiz içeriğiyle övündüğü bir yerli markayı önerdi. Sprey şeklinde nemlendirici bu formül yeni çıktı dedi. Ben de zaten canımdan bıkmışım amma uzadı bu iş. Bi de üstüne sosyal mesafeyi hiçe sayıp dibime girip kremi kendi eline sıktı bak tek seferde nasıl etki ama diye beni hipnoz etti.

Kremi alıp kaçarcasına eve geldim. Bildiğin traş köpüğü formunda. İçeriğini tekrar okudum bilmediğim her kelimeyi googleda arattım. Mis gibi içerik. Ve yüzüme sürdüğüm ilk andan itibaren ay parçasına döndüm.



Abartmıyorum bak. Resmen cildim ışıl ışıl parlıyordu. Baya sevdim neredeyse yarısına gelmiştim kii ne göreyim. Üstünde kabak gibi Body Spray yazıyor. Nasıl olur da görmem hala hayret ediyorum.

A=B

B=C ise

A=C'dir

Yani vücut losyonu yüzümde harikalara imza attıysa, iyi bir yüz kremi göz altına sürülebiliyorsa bu da demektir ki vücut losyonu göz altına sürülebilir. 😃

Hatta arkadaşlarımla görüntülü konuşurken 'kızım yüz serumu mu kullanıyorsun bizden habersiz' diye sitem işittim jhgk. Sonra gerçeği açıklayınca hem çok güldüler hem çok şaşırdılar. Yine de yüz pH ı farklıdır diye kullanma dediler. Ben de vegan krem arayışına girdim. Kendime uygun birkaç parça buldum. Hemen sonra covide yakalandığım için canımın derdine düşmüştüm.

Çok şükür son bir kaç günde toparladım. Geçtiğimiz gün amcamla görüntülü konuşuyorduk bana dedi ki "kızım amcanla konuşmak için makyaj yapmana gerek yok "hahahaha.

Vücut spreyi sürdüğümü söylemedim tabi ki. Yine bugün görüntülü konuştuk ve dedi ki, "bu kız da amcasıyla makyajsız konuşmuyor." Aynen ekrana makyajsız çıkmam asla.

Yanisi, vegan kremi beğenmezsem vücut spreyine geri döner miyim? Dönerim galiba heheh.

İşte böyle. Anlatmak istediklerim bu kadardı. En kısa zamanda tekrar görüşmek dileğiyle hoşça kalııın! Sizi seviyorum çocuklar.


2

Duygusal Zeka Eğitimi | Heybeye Attıklarım - 1


 Herkese Merhaba!
Uzun zamandır yoktum, demişler öldü ahagdkl. Haftada bir yazmaya karar vermiştim ama bir türlü elim gitmedi. Bari ayda bir olsun diye geçtim klavye başına. Ve sıkı durun! Kişisel gelişimle ilgileniyorsanız bu yazıyı seveceğinize eminim.

 Bir arkadaşımın WhatsApp durumunda aldığı eğitimlerin kaçta kaçını tamamladığını gösteren sayfayı paylaşmıştı. Dedim bu ne? Yakınlaştırıp inceledim; dil eğitimi, kişisel gelişim vs var. Benim niye haberim yok? Hemen yazdım nedir neyin nesidir diye sordum. 
 
iienstitü.com' u duydunuz mu?
 İstanbul İşletme Enstitüsü ücretsiz ve online eğitimle  eşi benzeri bulunmaz bir hizmet veriyor. Herkes için eğitim sloganıyla yola çıkan bir eğitim platformu. Siteye kısa bir göz atarsanız çok daha ayrıntılı bilgi alır hatta bir kaç eğitime kaydolmadan sayfadan çıkmazsınız. O kadar eminim :)
Not: Ücretsiz eğitimlerin yanında ücretli olanlar da var. Benim ilgimi çeken bir eğitim vardı, ücretliydi diye onu ertelemiştim ama bir dahaki sefere ücretsiz kayıt açtığını gördüm. Yani biraz takip ederseniz baldan tatlı sirke falan filan. :p
Birer saatten beş ders işleniyor ve sertifika sınavından 70 ve üzere alanlar sertifika kazanıyor. İsterseniz online sertifikaya ücretsiz sahip olabilir, arzu ederseniz ücret karşılığı sertifikanızı bastırabilirsiniz. Ben bir kaç sertifika daha alıp toplu sipariş vereceğim. Şimdi bahsedersem giriş çok uzayacak kısaca bahsetmek gerekirse yıldızlı, puan toplamalı bir sistemleri var bu indirim sağlıyor veya başka ödüller veriyor. Ben sadece online videoları izleyip sertifika sınavına giriyorum.
Bu vesileyle yeni bir seri başlatıyorum: Heybeme Attıklarım
Aldığım eğitimlerin bana kazandırdıklarından bahsedeceğim.

Zaten içimiz dışımız olmuş uzem. Hele de ilgimi çeken bir konuysa tutmayın beni!..
İlk kaydolduğum eğitim başlıktan da anlaşıldığı üzere ; Duygusal Zeka Eğitimi 



Duygusal zeka; duyguları yönetebilmek, kendimizi tanıyarak gelişime ve değişime yelken açmaktır. En azından benim için öyle ve bu amaç için eğitime başladım.

Bilmem size de oluyor mu? Bazen kendimi üçüncü bir kişiymiş gibi görüyorum. Söylediğim sözlere şaşırıyorum, bir olay karşısında ne tepki vereceğimi kestiremiyorum. Yani kendimi bir yabancıymış gibi yavaş yavaş tanıyorum. Bir ben var benden içeri, her geçen gün biraz daha yakından görüyorum.
Davranış tarzımı, duygularımın neler olduğunu, öğrenmenin davranışlarımı nasıl değiştirdiğini , korkularımı, önyargılarımı, düşünme şeklimi dışarıdan gözlemlemeye başladım. Aslında bunu hepimiz yapıyorduk ama artık farkındalıkla yapıyorum.
Hedeflerim, hayallerim, çizdiğim yol gibi kavramlar eskiden çok soyut kalırken artık parçam haline geldi. 

Dediğim gibi tüm bu becerileri beş günlük eğitimle kazanamayız. Savuluun, kimse beni üzemez! Ya da sürekli gülümseyen biri olmak değil amaç.
Büyük bir farkındalık ve motivasyonu sağlayan bir eğitim.
Zorluklarla başa çıkabilmenin duygusal zekayı geliştirerek mümkün olduğunu anladım. Gerçekten sevdim ve başka eğitimlerle de heybemi doldurmayı hedefliyorum.

İşte böyle dostlar. Daha erken haber etmediği için arkadaşıma içerlesem de buradan teşekkürlerimi sunuyorum. Başka yazılarda görüşmek dileğiyle...
Hoşça kalın <3 <3







2

Ekmek ya da Ekmemek | Ekmeksiz 21 Gün



Selamlar!
Ben ekmeksiz yaşayamayanlardanım. Yani yaşayamayanlardandım. Peki siz Çekoslavakyalılaştıramadıklarımızdan mısınız? Şey yani ekmeksiz yapamayanlardan mısınız? Eğer öyleyse bu yazı tam size göre. Adım adım ekmekten nasıl uzaklaştığımı anlatacağım.


Ekmek Bağımlılığı



Ekmek kültürümüzde kutsal sayılacak kadar değerli. Evet öyle, bence de çok kıymetli ama ekmek yemek sevap değil ya da yememek günah değil. Nimete saygımız sonsuz elbet ama ya bize zarar veriyorsa ve hatta ona bağımlı hale geliyorsak? İşte uzaklaşmak için yeterli sebepler. 
 Alo 171 sigara bırakma hattıysa Alo 172 ekmek bırakma hattı olsun. Çünkü toplumca bu bağımlılığın pençesindeyiz bence. Ben ne zaman azaltmaya çalıştıysam gözüme daha cazip geldi. Daha taze, daha sıcak, daha lezzetli. İki dilim sınır koyduysam üçe dörde esnedi o sayı.  O yüzden artık radikal  bir karar almanın zamanı gelmişti.


 Ekmeği Çeşitlendirmek



İlk karar beyaz ekmekten vazgeçmek oldu. Tam buğday, çavdar, kepek, tam tahıllı hepsini denedim. Fırından aldıklarım kuru geldi yutmakta zorlandım desem yeri. Beyaz ekmek kadar yumuşak değil sonuçta. Bu sefer marketten paketlenmiş ekmek aldım. O da çok nemli hatta tatlı geldi. Onu da sevemedim. Karantina da herkes gibi ben de ekmek pişirdim -pamuk gibi yumuşak oldu, WhatsApp gruplarında paylaşıldı- ama her seferinde pişiremezdim değil mi? Ölümü görünce hastalığa razı oldum ve fırından tam buğday ekmeği yemeye başladım.

Miktar


 Cinsini değiştirsem de miktarı ayarlayamadım günde yarım ekmek rahat yiyordum. Kahvaltıda; menemenle, yumurtayla, zeytin, peynir, reçel ne varsa yanında birer lokma ekmekle, öğle- akşam yemeklerinde; çorbanın yanında, salatanın yanında, ana yemek yanında mutlaka ekmek yeniliyordu. Yemek bitince tabağı sıyırmak için, midem kazınınca küçük bir sandviç yapmak için hep elimin altındaydı. Miktarı azaltmak için başka yerine koyacak başka şeylere yöneldim.

Alternatifler

Zaten çok moda olan yulafı denemeye karar verdim. Yeni lezzetlere sonuna kadar açığım. Bildiğim bilmediğim tüm tatları denemek benim için hobi sayılır. Ama yulafa alışamadım. Her türlüsünü pişirdim; sütlü yulaf, meyveli yulaf, yulaflı omlet, yulaflı müsli... Tok tutuyor mu, tutuyor. Ama benim için sürdürülebilir olmadı. 

Son Nokta


Tüm bu ıvır zıvırla uğraşmaktan bıktım ve mücadelemde öldürücü darbeyi yaptım. Ekmeği tamamen kestim. Kahvaltıda bile yemedim, tabağı sıyırmak için bile yemedim. 21 gün boyunca kırıntı tanesi bile ağzıma almadım.
 Başlarda sadece sulu yemek yiyor gibi hissettim. Sanki sadece çorba ve su içmek gibiydi. Artık alıştım ve ekmek olmadan gayet güzel yaşanılabilir olduğunu gördüm. 

Şunu belirtmek gerekir ki bu 21 günde tek amacım ekmeğe olan düşkünlüğümden kurtulmaktı. Karbonhidratsız veya glutensiz bir diyet yapmadım. Bu sebeple pilav, börek ve simit yediğim zamanlar oldu. Bu yüzden yoksunluk yaşamadım ve alışma sürecini kolaylaştırdı. 

Kader Anı



21 gün ekmeksiz ve sadece iki öğün beslendiğim için 2 kilo verdim!!!
Kalıcı olması için ekmekle aramdaki mesafeyi korumak zorundayım. Ama asıl müjde kilo vermek değil bu ekmeğe olan düşkünlüğümü yenmekti. Sonuçtan memnunum ve kendimle gurur duyuyorum.

Söylemek istediklerim bu kadardı. Yazımı okuduğunuz için teşekkür ederim.
Hoşça kalın!


1

Kızım Büyürken | Film Yorumu




Ansiyedat  annesiyle yaşayan ve ergenlik çağında olan bir genç kızdır. Tek başına çocuğunu büyütmeye çalışan anne Grace hem garsonluk yapar hem de gündeliğe gittiği evin evli sahibiyle birliktelik yaşar. Bu düzenden uzak hayattan memnun olmayan Ansiyedat okuldan sonra evi çekip çevirir çünkü annesi çok nadir evdedir.
 Bir gün derste öğretmeni "rüştünü ispatlamak" kavramından bahseder. Ve şu şekilde tanımlar: "Çocukluktan yetişkinliğe geçme hikayesidir. Bu hikayeyi hayaletli ev hikayeleri gibi düşünün. Baştan sona o kadar korkutucudur ki masum ve saf bir çocuk bir kapıdan girer ve yaşadıkları yüzünden diğer kapıdan tamamen değişmiş olarak çıkar. Bu istenmeyen duygular yetişkinliğe giden otobandaki gerekli duraklar gibidir."

Ansiyedat bir an önce çocukluktan çıkarak bir yetişkin olup annesinden ve yaşadığı kaotik hayattan uzaklaşmak ister. Kendince bu geçiş sürecini hızlandırmak için bir plan yapar. Asi bir kız olup, düşük notlar alıp, kötü arkadaşlar edinip kötü partilere giderek gerçekleşeceğini düşünür. Ama her şey daha da kötüye gider. Annesinden uzaklaştıkça daha da yalnızlaşır, en iyi dostunu kaybeder, hiçbir şey istediği gibi gitmeyince otobüse atlayıp kaçmaya çalışırken annesi kızını bulur. 
Bu güne kadar göçmen hayatı yaşayan anne kız kendilerine yeni bir hayat kurar ve her şey daha iyiye gider. 

Basit bir yapım gibi dursa da ince meselelere dokunan bir filmdi. Örneğin Meksika göçmeni anne-kızın yaşadığı sorunları, eğitimsiz bireylere yapılan muameleyi, kilolu diye toplum baskısından zayıflama haplarına yönelen hayatların tehlikeye girmesini gördük. Yapılan yanlıştan her zaman geri dönebileceğimizi, anneliğin öğrenilen bir şey olduğunu anladık. Büyümenin ve öğrenmenin sürekliliğini bir kez daha gördüm. Bazen öğretmenlerin bazı hayatlara ne denli yön verdiğini, bazı hayatları ise kurtardığını gördüm.

Filmin sonunu ise çok, çok, çok beğendim. Bu filmi yıllar önce Eğitim Psikolojisi öğretmenim önermişti. Yarısına kadar "Bunu niye tavsiye etti ki?" diye düşündüm. Ama sona doğru her şey anlam kazandı. Yani benim de önerebileceğim bir film oldu.

0

2020 Biterken


Merhaba Dostlar!
Koskoca bir yılı geride bıraktık. Hepimiz farklı tecrübeler edindik, daha önce hissetmediğimiz duygular yaşadık. Sağlığın ve özgürlüğün ne denli vazgeçilmez olduğunu öğrendik. En güvenli limanın evimiz, ailemiz olduğunu gördük. Üzüntü, korku, ümit, hasret, sevinç gibi çokça duyguya maruz kaldık. Yani insan olduğumuzu bence en çok bu sene hissettik. 
   
Bu sene kendi hayatımda olan gelişmelerden bahsedecek olursam ilk defa ölüm gerçeği ile yüzleştim. Koronadan önce ocak ayında dünyalar tatlısı dedem vefat etti. Zaten bir yılı aşkın süredir tedavisi olmayan bir hastalığın pençesindeydi, günbegün eriyordu ani bir ölüm değildi ama hepimizi derinden sarstı. Keşke dedemi tanıyabilseydiniz, keşke dünyadaki herkes dedemi tanısaydı. O kadar neşeli, hayat dolu, cömert, komik, dünyadaki en eğlenceli insandı. Gerçekten şu hayatta sevmeyeni yoktu.

Dedemle o kadar çok anımız var ki... Birlikte bahçede ıhlamur ayıklardık, damdaki kara üzümleri ondan gizli yerdik, o da bizi kovalardı. "Olmamış üzümleri yemeyin olunca yiyeceğiz." diye peşimize düşerdi. Aslında ham üzüm hiç de güzel değil zehir gibi ekşi ama sırf dedem bizi kovalasın diye yerdik.
 Bize her geldiğinde bisküviler alırdı. Gerçi hep kendi sevdiğini alırdı :)  Büyüyüp kocaman olduk ama hiç aksatmadı. 
 Her kış tatilinde yolumuzu gözlerdi, gelin evde şenlik olsun derdi. Ama bizi sevdiğinden mi annemi sevdiğinden mi bilemedim şimdi. Kış tatili yaklaştı ama dedem yok. Özlemi ve sevgisi yüreğimde baki. Allah rahmet eylesin.

Martın 13'ünde arkadaşlarımla buluşup doyasıya eğlenmiştik. Son buluşmamız olacağından habersiz. Ve sonrası malumunuz endişe, belirsizlik, karantina. Alışmak bir hayli zaman aldı. Maskeyle yürümek, tüm gün evde hayatı idame etmeye çalışmak başlarda zorlasa da her şey gibi buna da alıştık. 
 Çok yakınlarım, teyzelerim, dayım, arkadaşlarım hastalığa yakalandılar. Onlara uzaktan yardım etmeye çabalamak çok aciz hissettirdi. Yaklaşmamak zorundaydık ama ne yalan söyleyeyim yaklaşmak da istemedim. Kendimi bencil ve merhametsiz hissettim. Ne tuhaf değil mi? İnsan ne olursa olsun en çok kendini önemsiyor. Çok şükür hepsi iyileşti. Herkes iyileşemiyor ne yazık ki. Hastalığa yakalananlara Allah şifa versin, vefat edenlere merhamet etsin... 

Günler ayları, aylar mevsimler kovaladı. Şimdi ne olduğundan bahsetmeyeceğim bayağı muğlak olacak ama çok uzun zamandır uğruna çabaladım hayalim gerçek oldu. Üç yıldır gece gündüz aklımı kurcalayan, uykularımı kaçıran, sürekli başarmak için çalıştığım hedefim binlerce kez şükür olsun gerçekleşti. Tam bir adanmışlık içinde geçirdiğim üç yıl. Çok yorulsam da ulaştıktan sonraki sonsuz huzuru tarif edemem. Genelde çok istediğim şeyi elde ettikten sonra bir boşluk hissederdim. Benim için eski anlamını kaybederdi. Bu bambaşka hissettirdi. Çünkü ilmek ilmek dokudum, sabırla bekledim ve kimselere bahsetmedim. Bir çoğunuz için başarı bile sayılmaz belki de ama ben uzun zaman sonra kendimi buldum.

Bir diğer güzel olan gelişme bu hesabı açmak oldu. Daha önce takip ettiğim bir kaç hesap vardı. Hepsini de severek okuyordum, takdir ediyordum. Ama açmak hiç aklıma gelmemişti. Yeni yazı yayınlanmasını dört gözle beklerken dedim ki neden ben de açmıyorum ki? Ve YouTube 'dan bilmem kaç tane video izledikten sonra siteyi kurdum. Asıl mesele okunmaya değer yazılar yazmaktı. Aslında yıllardan beri okuduğum kitapların özetlerini, önemli cümlelerini, beğendiğim kısımları not aldığım bir defterim vardı. Ne yazık ki düzenli yazamıyordum ve saklamak da meseleydi. Kaç kere açıp okuduğumu ise hiç sormayın. O yüzden blog benim için biçilmiş kaftan oldu. Yazdıklarımı başkalarının okuması ise tarif edilmez bir mutluluk. Sadece kitap değil elbette. İzlediğim dizi filmleri çok beğendiğimde unutmak istemiyorum mesela. Tabi ki de namümkün. Hem unutmamak hem de aklımdakileri dökmek için yine bulunmaz bir fırsat.

Demem o ki bu yıl hayatımda  -uzun zaman sonra-  güzel gelişmeler oldu. O yüzden benim için özel bir zaman dilimi olarak kalacak. Yeni hayat düzenime alışıyorum. Uzun zaman sonra heyecanlanmış hissediyorum. Bir süredir kendimi değiştirmeye ve geliştirmeye odaklanmış haldeyim. Bu yüzden bazı alışkanlıkları kazanmaya çalışıyorum. Bunun yeni yılla bir alakası yok. Çünkü başlangıç yapmak için takvim yapraklarına ihtiyacımız yok. Başlamak için en iyi zaman kendini hazır hissettiğin zamandır. Zaten içinde olduğum bir süreci devam ettirmek istiyorum o kadar.
 Hepinize güzel bir hayat yolculuğu dilerim. Sevgiler.

 

1

Palto | Kitap Yorumu



Kalem memuru Akakiy Akakiyeviç' in binbir zorlukla aldığı paltosunun çalınmasını konu alır. Öykü alt sınıfı temsil eden Akakiyeviç özelinde insanların yaşadığı sıkıntıları okuyucuyla buluşturur.

Benim dikkatime takılan konu ise Akakiy' in tülbente dönen paltosunu yenilemek için çektiği sıkıntılar oldu. Fark ettim ki gerçekten zengin  ve açgözlü bir hayat yaşıyoruz. Tüketim alışkanlıklarımız, ihtiyaçlarımız yüzyıl öncesiyle çok farklı. 

Geçenlerde alışverişte Diderot etkisini anlatan bir yazı okudum. Ve hiç yabancı gelmedi. Gerçekten yaşanan olay aynen şöyle:
 
18. yüzyıl Aydınlanma Çağı düşünürlerinden Fransız yazar ve filozof Denis Diderot borç içindedir. Bunu duyan Rus İmparatoriçesi Katerina, Diderot'un kütüphanesini satın alır ve 25 yıllık maaşını peşin ödeyerek onu kütüphanecisi olarak işe başlattı. 

Diderot eline geçen yüklü parayla hep almak istediği kırmızı kadife sabahlığı alır. Sabahlık o kadar görkemliydi ki evdeki eşyaları sabahlığına uymadığı gerekçesiyle değiştirmeye başladı. Halı, masa, resim derken sonunda kendini her şeyi yenilenmiş ve yeniden borçlu hale gelmiş bulur.

 İşte içinde olduğumuz durum aynen bu. Eskiden insanlar eşyaya önem veriyordu çünkü yenisini almak zordu. Şimdi de insanlar eşyaya önem veriyor çünkü şıklığımıza yakışmak zorunda.
 

1

Karar | Film Yorumu



Film;  şok geçirmiş, elleri titreyen bir adamla başlıyor. Sonrasında flashback ile Luc'un kusursuz hayatının nasıl bir gecede son bulduğunu izliyoruz. Azılı bir suçlu tarafından gasp edilen karısı çıkan arbedede cinayete kurban gider. Luc karısına yardıma koşarken kızı panikle arabadan çıkıp kazada hayatını kaybeder. Haftalar sonra gözlerini hastanede açan Luc, suçluyu teşhis etmesiyle zanlı yakalanır. Ama eksik olan bir imza sebebiyle zanlı hapisten çıkar. Bunu kabullenemeyen Luc kendi adaletini sağlar ve zanlıyı öldürür.
 İşte film bundan sonra başlıyor. Kıran kırana geçen mahkeme duruşmaları, sistem eleştirileri, katil kim oyunu, avukatlık ahlakı, hukuk ve adalet kavramları ile soluksuz izlenen bir film.


Başsavcı'nın fıkrası:
İngiltere'de bir katedrali gezdirirken rehber mezarın başına gelip " Burada çok dürüst ve avukat olan biri yatıyor." der. Orada olan ziyaretçilerden biri: "Sizin ülkenizde bir mezara iki kişi mi gömülüyor?" 

Belçika hukuk sisteminin prosedür hataları yüzünden serbest bırakılmasını eleştiren, her cümlesi akıllara kazınmaya layık bir film. Abartmadan ama basite de indirgemeyen bir anlatımı var. Olaylar ve kişiler hakkında keskin, siyah-beyaz, iyi kötü ayrımı olmadan, gri alanları koruyan bir yapımdı.


Filmin sonunda karar bize okunmadı. Luc suçsuz mu bulundu yoksa ceza indirimiyle kısa süreli hapis mi yattı izleyiciye gösterilmedi. Çünkü sonuç çıkarmak isteyen değil sorgulamak isteyen bir filmdi. Çok beğendiğim ve gönül rahatlığıyla önerebileceğim bir yapım oldu.
 

0

Burun | Kitap Yorumu



Sesli kitap kavramını ilk kez yıllar önce televizyonda duymuştum. Türk Telekom görme engelliler için telefon kütüphanesi oluşturmuştu. O yüzden sesli kitabın sadece görme engelliler için olduğu algısı oluşmuş bende. Sonraları bu uygulama yaygınlaştı ve her yerde görür oldum. Bu sefer de mesafeli durdum. Ne bileyim kitap okunur dinlenmez ki. Sesli kitabı tercih edenlerin kitap okumaya üşendiklerini, tembellikten kolaya kaçtıklarını düşünmüştüm.
 Ama geçenlerde TRT DİNLE uygulamasını indirdim ve sesli kitap kısmını görünce  bu sabah bir deneyeyim dedim. Ve itiraf ediyorum çok sevdim. Sabah erken uyanmıştım taktım kulaklığı hem mis gibi kitabımı dinledim hem de kaç zamandır ertelediğim dolap düzenleme işini bitirdim. Zamanın nasıl geçtiğini anlamadım bile. Bir saatte hem kitap bitti hem işimi hallettim. Yani sesli kitap işini çok sevdim. Tabii okumanın yeri ayrı ama dinlemeye de devam edeceğim.
Kitaptan bahsedecektim ama vazgeçtim.  Konusu adı kadar ilginç bir o kadar da güzeldi. O yüzden hemen dinlemeye başlayabilirsiniz. Zaten Haluk Ertem'in öyle güzel sesi var ki sonsuza kadar okusun dinlerim. 

3

Ikıgai | Kitap Yorumu


 

Herkese merhaba!!!
Çok severek okuduğum bir kişisel gelişim kitabından bahsedeceğim. Japonların uzun ve mutlu yaşama sırrını öğrenmek için yola çıkan iki araştırmacı; Dünya'nın en uzun ömürlü insanlarının yaşadığı Okinawa kasabasına röportaj yapmaya giderler. Ama aklınıza bizim ana haberlerde gördüğümüz 'Seksen beş yaşındaki Ayşe Teyze her gün tere yağı, yumurta ve ekmek yiyor.'  gibi sırlar gelmesin. Çünkü bu kasabadaki en genç kişi seksen beş yaşında. Herkes yüz yaşını çoktan devirmiş. Sağlıklı ve faal bir ihtiyar heyeti. Tabi ben 120 yaşına kadar yaşamak için değil, onları ayakta ve diri tutanın ne olduğunu öğrenmek istediğim için okudum. Ve tabi mutluluk vaat eden bu sırrı keşfetmek için.

Tüm sır ikigai. Evet dağılabiliriz.

Peki nedir bu kitaba da ismini veren ikigai? Hem uzun hem de mutlu yaşamayı sağlayan bu büyülü kelimenin Türkçesi...  senin için anlamlı olanla hep meşgul olmak.  Size bir amaç kazandıracak ve mutlu edecek şeylerle meşgul olmak. Bu mutlaka büyük bir amaç olmak zorunda da değil. Hayatınızı iyi bir ebeveyn olarak, mesleğinizi iyi yaparak da anlamlı kılabilirsiniz. Yeter ki severek yapın.

 "İkigainizi bulmak için çok da kaygılanmayın. Hayat çözülmesi gereken bir sorun değildir. Sadece etrafınızda sizi seven insanlar olsun ve sevdiğiniz şeylerle meşgul olun."

 Sanki düz bir metin okuyor gibi değil de renkli bir belgesel izliyormuş gibi izlenim bıraktı kitap. Anlamak için kafa yormadan kafa karıştırıcı meselelere uygulanabilir yöntemler, tavsiyeler sundu. Konuyla bağlantılı ama bana hitap etmeyen tavsiyeler de vardı. Uzak Doğu' nun ayrılmaz parçası yogayı da ayrıntılı anlattı mesela hatta yetmedi şema ile gösterdi. Okla yönleri bile çizmiş. Mahiyetini anlamak için okudum ama kendimi ait hissettiğim ya da uygulayacağım bir şey değil. Söylemek isterim ki mutlaka okunması gereken bir kitap. Ben sevdiğim için herkes okumak zorunda😂 Bir çırpıda bitiriverdim. Üzerinden biraz zaman geçsin tekrar okumaya hevesliyim.

Şimdi kitaptan alıntılayacağım on kural kitabı özünü oluşturuyor. Hatırlamak istediğimde hemencecik ulaşabilmek için buraya da kaydedeceğim. 

İkigainin 10 kuralı:

1.Aktif kalın, emekli olmayın. Sevdiği şeyi yapmaktan ve iyi yaptığı şeylerden vazgeçen kişi yaşam gayesini kaybeder. Bu yüzden en önemli göreviniz, değerli bulduğunuz işleri bitirseniz de yapmaya devam etmek, ilerlemek, güzellik katıp yarar sağlamak, yardım etmek ve dünyanızı şekillendirmek olmalıdır.
2.Ağırdan alın. Aceleci olmak yaşam kalitesi ile ters orantılıdır. 'Yavaş yürüyün, çok ilerleyin.' Telaşı arkanızda bıraktığınızda yaşam ve zaman yeni bir anlam kazınır.

3.Midenizi tıka basa doldurmayın.

4.Çevrenizde iyi arkadaşlarınız olsun. İyi bir sohbetle kaygıları yatıştırmak, gününüzü aydınlatacak hikayeler paylaşmak, tavsiye almak, eğlenmek, hayal kurmak... Başka bir değişle yaşamak için en iyi ilaç arkadaşlardır.

5.Bir sonraki doğum gününüze kadar şekle girin. Su hareket eder, en iyi haliyse pırıl pırıl aktığı ve durağan olmadığı zamandır. Hayatınız boyunca hareket ettirdiğiniz bedenin de uzun süre çalışmaya devam etmesi için biraz günlük bakıma ihtiyacı vardır. Ayrıca egzersiz yapmak mutluluk hormonu salgılamanıza yardımcı olacaktır.

6.Gülümseyin. Neşeli bir tavır sadece rahatlamakla kalmaz arkadaş kazandırmaya da yarar. Bir şeylerin o kadar harika olmadığını kabul etmek iyidir ama olasılıklarla dolu bir dünyada şimdi ve burada olmanın bir ayrıcalık olduğunu asla unutmayın.

7.Doğayla tekrar bağlantı kurun. Günümüzde insanların çoğu şehirlerde yaşasa da, insanoğlu doğal dünyanın bir parçası olarak yaratılmıştır.. Şarj olmak için sık sık doğaya dönün.

8.Teşekkürlerinizi sunun. Her gün bir dakikanızı ayırın ve soluduğunuz havaya, yediğiniz yemeğe, gününüzü aydınlatan ve hayatta olduğunuz için kendinizi şanslı hissettiren arkadaşlarınıza ve ailenize teşekkürlerinizi sunun. Size sunulan nimetleri farkına varın ve şükredin.

9.Anı yaşayın. Geçmişten pişmanlık duymayı ve gelecekten korkmayı bırakın. Sahip olduğunuz tek şey bugün. Tadını çıkarın. Hatırlamaya değer kılın.

10.İkigainizi takip edin. İçinizde bir tutku, günlerinize anlam katan eşsiz bir yetenek ve en iyi yönünüzü sonuna kadar paylaşmaya götüren bir şey var. Eğer ikigainizin ne olduğunu bilmiyorsanız göreviniz onu keşfetmek olsun.

Herkese uzun, mutlu ve amaç dolu bir yaşam dilerim!!!


2

Tarihsiz ve İmzasız | Film Yorumu

İran filmlerini  konusu ve işlenişi bakımından beğeniyorum ama tek eleştirdiğim nokta dramın dozunu ayarlayamıyorlar. İzleyiciye duygu verelim derken trajideye kayıyorlar. İran filmi bitirince derin bir umutsuzluğa kapılıp bu akşam ölürüm beni kimse tutamaz sen beni tutamazsın Ruhani tutamaz... diye dolanıyorum etrafta. Ama bu film öyle değildi. Konusu yine yürek burkan cinsten ama abartıdan uzak bir havası vardı.  
Adli tıp doktoru Kave küçük bir trafik kazasında  sekiz yaşındaki bir çocuğu  hafif yaralar. Ertesi gün morga o çocuğun cesedi gelir. Ölümüne trafik kazası mı sebep olmuştur yoksa konulan gıda zehirlenmesi teşhisi doğru mudur?
Dediğim gibi abartıdan uzak ve çok yalın bir filmdi. Müziksiz, dekorsuz, telaşsız, sapsade. Sanki biri eline telefonu almış birinin hayatını kaydetmiş gibiydi. Bu çekim yöntemini çok beğendim o yüzden.
Anahtar kelime vicdandı. Babası getirdiği ölü tavuk yüzünden mi çocuğu öldü diye azap çekti. Doktor Kave arabayla çarptığı için mi öldü diye vicdan azabı çekti. İkisi de gerçeği öğrenmenin peşine düştüler. 
Ama son sahnede gerçek ortaya çıktı  mı yoksa sadece vicdan rahatlatma mıydı?
Bence doktor, baba ve annenin halini görünce ikinci otopsi sonucunda doğruyu söylemedi. Peki bu iyilik miydi?

0

Yerma | Kitap Yorumu


  İspanyol töresinin baskısı altında anne olmak isteyen bir kadının yaşadığı çaresizliği anlatan üç perdelik bir tiyatro oyunudur. İki yıllık evliliğinin ardından çocuk sahibi olamayan Yerma çareler ararken köylülerin gözü onun üstündedir. Kısır kadın diye hor görüp her hareketinde kabahat bulurlar.  Yerma'nın adakları, tılsımları, büyücülerden, köydeki azizlerden medet ummaları, tüm çırpınışları boşa çıkar. Bu arada kocası Juan bu durumdan rahatsızdır. 'Koyunlar ağılda, kadınlar evinde olmalıdır.' diyerek onurunu korumanın peşindedir. 
Kendisini çorak toprak gibi hisseden Yerma aldığı terbiyeden ve yaşadığı toplumdan ötürü başkasıyla evlenemeyecek, eşiyle evli kaldığı sürece de anne olamayacaktır.
 Yazar; bir kadının anne olmak isteğinin saplantıya dönüşmesini, kabullendiği ve içselleştirdiği ahlak yasalarının insan doğasıyla çatışmasını gözler önüne sermiştir.

0

Something's Wrong with Us | Dizi Yorumu



 Kitabı kapağına göre yargılamak ne kadar yanlışsa filmi veya diziyi de afişine göre seçmek o kadar yanlış. Bu diziyi izledim çünkü afişi çok ilginç geldi. Ve hiç Japon dizisi izlemediğim için büyük bir merakla oynat tuşuna bastım. Konusu hiç de özgün olmasa da işleyişi öyledir diye umdum ne yazık ki o da yoktu. Yani beğenmedim. Hatta yorum yazmayacaktım ama kapağı çok hojdır onun için yazıyorum. Ve yazık olan sekiz saatimin hatırı için. Evet yeterince derine gömüp üzerine de beton döküp hırsımı aldığıma göre yorumuna geçiyorum.

"Hanaoka Nao' nun annesi yatılı şef olarak Kougetsu Tatlı'ya yerleşir. Nao, Kougetsu Tatlı'nın altı yaşındaki varisi Takatsuki Tsubaki ile bu şekilde tanışır. Ancak Tsubaki'nin babası öldürülür. Altı yaşındaki Tsubaki'nin ifadesiyle Nao'nun annesi tutuklanır. Bu acıya dayanamayan anne soruşturma devam ederken ölür. Nao da evden atılır. Aradan on beş yıl geçer. Nao soy ismini değiştirmiş, tatlı ustası olma hayalini yaşatmaya çalışmaktadır. Bir tesadüf eseri, yine tatlı ustası olma yolunda ilerleyen Tsubaki'yle rakip olurlar. Tsubaki çocukluk arkadaşı Nao'yu tanımaz ancak ustalığından etkilenir ve onunla evlenmek ister. Kimliğinin gizliliğini koruyan Nao, annesinin masumiyetini kanıtlamak üzere Kougetsu Tatlı'ya girmek için Tsubaki'yle evlenmeyi kabul eder."  Firaricepaylaşımlar çeviri sitesinden alıntıdır.


Neden Beğenmedim?

1- Dizide büyük bir ahlaki erozyon vardı. Eşi tarafından sevilmeyen konağın gelininin tatlıcı dükkanına varis verebilmek için gayri meşru çocuğu olur yani bizim esas oğlan. Dahası Tsubaki-san'ın zoraki ikinci evliliğindeki gelinine de aynı şeyi yapmaya zorlar. Ve ayrılmaz aşıklarımız ayrılıp başka evlilikler yapıp tekrar bir araya gelirler falan. Bu olaylar son bölümlere doğru cereyan etti yoksa baştan renk verse ikinci bölüme bile geçmezdim. Ben kimin eli kimin cebinde yapımları sevmiyorum. Kore dizilerine bu yüzden daha yakınım. Türkan Şoray kurallarıyla çekiyorlar.

2- Tamam eyvallah Japonlar çalışkan insanlar ama bayılana kadar tatlı yapmak nedir?
 Tamam mesleğini seversin, icra ettikçe mutlu olursun ama üç gün uyumadan kazan karıştırmak nedir?
Tatlıcı dükkanı için cinayet işlemek niyedir?
İşte tüm bunlara izleyiciyi diziden soğutmak denir.

3- Dizinin sonunda bütün kötülerin haklı, geçerli, makul, ben de olsam aynısını yapardım dedirten (!) sebepleri bir bir ortaya çıktı ve herkes masmasum. Mesela bir örnek:Tüm günahları ortaya saçılan anne görüşü zayıflayan oğluna korneasını bağışlayabilmek için kendini tırın önüne atarak intihar etti. İşte feraset, işte yiğitlik işte ana gibi analık!


4- Dizi zaman ve mekan algısı yoktu. Geçmişte mi yaşandı günümüzde mi çekildi belli değil. Anlamak için arabalara, binalara bakayım dedim konaktan bi çıkamadılar ki. Telefon desen o da yok. Evin içinde telefon kulübesi onun da içinde ankesörlü telefon vardı. Evin hanımı cinayete azmettirmek amaçlı kullandı bi tek o kadar. Teknoloji devi Japonya'nın  dizisinde bir tane bile teknolojik alet görmedim. Her Kore dizisinde en fakir karakterin bile elinde son model Samsung görmeye alıştığımdan olsa gerek bu durumu yadırgadım. 

5- Son olarak uğruna canlar feda, şu dillere destan tatlıyı merak ettiniz di mi? Şöyle tepsi tepsi baklavalar, tel kadayıflar, sütlüsü, şerbetlisi en alasından zannettiyseniz yanıldınız. Benim gibi :)

                                    Uhu tüpünü tabağa sıkmış gibi gözüküyor.

Tamam daha süslü püslü olan tatlılar da vardı ama hepsi böyle küçücük. Yeterince küçük olduğu yetmezmiş gibi kürdana benzer şeyle ikiye bölüp yiyorlardı.

İyi yönleri yok muydu? Elbette vardı demek isterdim ama üç yanlış bir doğruyu götürdü. 
Bu günlük benden bu kadar. Kendinize iyi bakın. Sayonora... 


3

Evdeki Ses

 


Karantina sürecinde sizi en çok zorlayan neydi? Dışarı çıkamamak mı, yürüyüş yapamamak mı, işe-okula gidememek mi, arkadaşlarınızı görememek mi? Benim için bunların hiçbiri değil. Beni en çok zorlayan evdeki gürültü oldu. Sessiz hava sahası istiyoruum!..

NOT: Anne seni seviyorum ama biraz gıybetini yapıcam ^^

Hepimizin telefonla görüşme süresi pandemi sürecinde arttı kabul. Annem de herkes gibi başladı :)

Kız kardeşleriyle tek tek sonra konferansla sonra görüntü aramayla konuştu. Bayramlarda telefonla sıla-i rahim yaptı. Whatsapp veli gruplarından gelen sesli mesajları büyük bir ustalıkla yönetti, zoom derslerini hazırlandı velhasıl düzene kolay adapte oldu. Ben de ilk başta olağan durum diye ses etmedim.

Ama her geçen gün dozu artan telefon görüşmeleri,  yenilenen dakika paketleri, desibel sınırını geçen ses yüksekliği, limitleri zorlayan hertz seviyesi derken artık katlanılmaz raddeye ulaştı.

Sanki annem beni kolluyormuş gibi ne zaman elime kitap-defter, kağıt-kalem, yazılı herhangi bir metin alsam "ara" tuşuna basar oldu:)

"Anne hoparlörü kapatır mısın?"

"Anne kulaklık getireyim mi?"

"Anne kapı kapalı kalsın."

"Anne daha sabah konuşmadınız mı?"

"Sessiz olalım, gereksizse söndürelim" gibi uyarıların hiçbiri fayda etmedi, benim de aklıma sinsi bir plan geldi ve pusuya yattım. Plan şu:

1.Adım: Telefon görüşmesini ses kaydına al.

2.Adım: Konsantrasyon gerektiren bir anda kaydı son ses aç :)

NOT 2: Annem pandemiden önce dil kursuna gidiyordu bu süreçte zoom üzerinden derse devam ettikleri için ders çalıştığı zamanı bekledim. Yani ikinci adım birinci adım kadar kolay oldu.

Çok beklememe gerek kalmadan bir telefon görüşmesinin ses kaydını aldım. Çalışmaya oturduğunu görünce istifimi bozmadan:

"Anne bu fonda ders çalışınca daha kolay kavranıyor. Ben hep bunu dinliyorum." dedim ve  kendi sesini dinlettim. ( hayın evlat )

Önce güldü, verdiğim mesajı anladı. Sonra kendi alıp kapattı.

Tüm bu sözler bir yana Allah hiçbirimizi anne sesine hasret bırakmasın. Asla şikayet etmiyorum aksine sahip olduğum nimetin farkındayım. Yeter ki mutlu olsun, yeter ki sesi gür ve neşeli çıksın. Tüm çekiç-örs-üzengi sistemim onu işitsin razıyım.<3 <3 <3

Sonuç ne mi oldu?

"Nerden de geliyor aklına böyle şeyler?" deyip, yaşanan bu ilginç olayı teyzemlere anlatmak üzere telefona sarıldı ;)  Ava giderken avlandım, kendi topuğuma sıktım resmen.

Siz siz olun annenize ders vermeye kalkışmayın arkadaşlar. Bugünlük benden bu kadar. Bir sonraki yazıma kadar hatta kalın. Şey amaan, hoşça kalın!..

0

Fatih - Harbiye | Kitap Yorumu

 






Roman; 1930'ların Türkiye'sinde yaşanan kimlik karmaşasını, iki medeniyet arasında sıkışan insanların değişimi bir aile üzerinde somutlaştırmış, farklı iki dünyayı bu semtler özelinde sunmuştur.
 Muhafazakar bir ailenin kızı olan Neriman, değişmekte olan toplum ile yaşadığı hayatı kıyaslar ve memnuniyetsizliği baş gösterir. 
Kitap baştan sona kadar rumuzlarla ve batı-doğu medeniyetini karşılaştıran anlatımlarla döşeli. Hatta öyle ki romanın isminde bile simgesel anlatım kullanılmış.
Fatih-Harbiye semtleri tire işareti ile ayrılmış. Halbuki ile, ve, veya gibi bağlaçlar da kullanılabileceği halde bu tercih edilmiş. Buradaki tire işareti iki semtin çatışmasını, Neriman'ın fikri gidiş gelişlerini ve hatta tramvay hattını temsil eder.
Fatih; ahşap ve sıkışık evleri ile Doğu'yu simgelerken Harbiye' nin nizami beton apartmanları Batı'yı simgelerken karakterler üzerinde de aynı yöntem kullanılmıştır. Şinasi devlet konservatuarının alaturka bölümünde eğitim gören, kemençe çalan biriyken denklemin öte tarafında Batı müziği okuyup piyano çalan Macit bulunur.
Neriman'ın babası Faiz Bey üzerinden de bu simgesel anlatım sürdürülmüştür. Fazi Bey emekli, Fatih'te yaşayan, mesnevi okuyan, son derce makul karakteriyle Doğu medeniyetinin temsilcisi olarak gösterilmiştir. İsminin anlamının Arapça "kazanan" manasına gelmesi dahi kitabın sonunda çatışmanın kazanan tarafı olmasına gönderme niteliğindedir. Sahip olduğu feraset, akıl ve şahsiyetle birlikte kötüye giden iktisadi durumuyla  da Faiz Bey çöken bir medeniyettir.
Buna karşın roman kahramanı Macit'in anne babası hakkında bir bilgiye sahip değiliz. Bunun sebebi Faiz Beyin karşısında kökleşmiş bir medeniyetin olmadığı fikridir.
Romanın arka planında iki hayvan kıyaslaması da yapılmaktadır. Neriman, evin Sarman isimli kedisini miskin olmakla suçlar. Tıpkı Doğu medeniyeti gibi ilerlemekten aciz. Batı medeniyetini ise bir köpeğe benzetir. Hızlı, çalışkan, uykusunda bile tetikte.
 Tüm bunlara rağmen Neriman'ın duyduğu bir olay  Macit'in gözlerindeki samimiyetsizliği, yapmacıklığı ve değer vermeyen tavırlarını fark etmesini sağlar. Artık heveslerden arınmış halde düşünebilmeyi başarır ve bir karar verir.

0

Hükmen Aşçı

 


Merhabalar!

Size yemek pişirmede hiç mahir olmasam da nasıl hükmen aşçı sayıldığımdan bahsedeceğim. Yaşadığım iki olaydan sonra kendime bu unvanı verdim.

1.Olay: Amcamla Tatlı Sert

Günlerden bir gün annem baklava açıyordu. Ben de fındık serpip, nişasta getirerek, fazlalık yufkayı keserek yamaklık yapıyordum. Baklava bitmesine yakın son katları ben açayım diye anneme dil döktükten sonra iki yufka açtım. E bu durumda baklavayı ben yapmış sayılıyorum:)

O günün akşamında amcam Almanya'dan gelmişti, 'ben yaptım' diyerek tatlıları servis edince Allaaah! Bir övgü, bir iltifat, kıtır kıtır olmuş, şerbetini de çekmiş,  anlata anlata bitiremediler. Amcam gelmesinin şerefine yaptığıma hükmedip onure olup sosyal medyaya resmini  bile koydu;)

#yiğenimhoşgeldintatlısı

Amcam artık her seferinde benden baklava ister oldu. Çoğu kez türlü bahanelerle bertaraf etsem de kaçış da bi yere kadar. En sonunda ısrarlara direnemedim ve tel kadayıflı muhallebi yaptım. Amcam 'tembel tatlısı bu' diyerek kabul etmedi. E tabi baklavadan sonra şanıma gölge düşürmüştü.

Bize geldiğinde baklava yapmayacağını anlayan amcam taktik değiştirdi ve onlara misafirliğe gittiğimde oklavayı elime tutuşturdu. İtiraf etmenin zamanı gelmişti. Ne kadar ben yapmamıştım desem de inandıramadım. Amcamın bana olan güvenine şaşkın, yengemin 'iş açtı başıma' bakışlarından tedirgin halde kolları sıvadım.

Ve açtım. Evet oldu. Her ne kadar az katlı olsa da, yufkalar karton kadar olsa da oldu. Daha da tuhafı çok lezzetli oldu. Nası bi can korkusuyla yaptıysam😂😂

Ve böylece misafir umduğunu değil bulduğunu yer atasözüne alternatif getirdik. 

#misafir ev sahibine umduğunu yedirir#


2. Olay: Lafla Pilav Pişerse Deniz Kadar Yağı Benden

Pilav yapmayı vakti zamanında denemiştim. Ama ya lapa oldu ya kuru. Evdekiler de 'sen yapma biz yaparız' diyerek kalbimi kırınca, sonra da 'pilavı herkes yapamaz zaten' diye telafi (!) edince kabullenip vazgeçmiştim. Ta ki geçtiğimiz Ramazan ayına kadar.

İftara dakikalar kalmıştı ki  bizimkiler pilavı kim pişirsin, ben pişiririm, sen pişir, hala pişirmedin mi diyedururken 'iş başa düştü! diye aldım sazı elime.

Bir yandan arpa şehriyeyi kavururken diğer yandan salatayla boğuşuyordum. 'Eyvah yandı galiba! Yok yaa tam kavruldu, artık olduğu kadar.' 

Böylece ezan okunmadan hem pilavı hem salatayı çıkarttım. Yemekteyiz yarışmasındaki rakipler kadar tatlı dilli ailemin beğenisine sundum. Gerçekten beğendiler. Ben de şaşırdım, şimdi beğenip arkamdan 1 puan verirler sandım. Ama hem lezzetli olmuştu hem de tane tane:) O yorgunlukla karışık gururu anlatamam. İstanbul için iftar, benim için iftihar vaktiydi anlayacağınız.😊

Diğer yemekleri çok güzel yapamasam da baklava ve pilavı böylesine lezzetli yaptığım için, teselli ödülü mahiyetinde, kendime bu unvanı verdim. 

6

Ören Bayan

 

Merhaba Dostlarım! Bugün on parmağımdaki tek marifet olan örgü maharetimden bahsedeceğim.

Örgü örmeyi on yaşımda annemden öğrendim.Ve çok sevdim.Hatırlıyorum o yaz köye gittiğimizde teyzemin ipiyle şişlerini alıp örmüştüm de örmüştüm.Bütün çileyi örüp bitirmiştim,köydeki diğer çocuklar camideki kurstan sonra örgümü görmeye gelmişlerdi.Hayretler içinde hepsini sen mi yaptın diyorlardı:) Nası hoşuma gitmişti.Gülüşümü zor saklıyordum. 

Neyse efendim sorun şu ki ben düz örmeyi biliyordum,öyle dümdük.Model desen yok,kazaktır,atkıdır hiçbiri değil.Seyirlik ördüğüm şey lif olmak için fazla büyük,paspas olmak için fazla küçük olunca makus kaderini yaşadı ve sökülüp yumak haline geri döndü.Kısacası un var,şeker var,yağ var ama helva yapamıyorum.

Taa ki geçen seneye kadar.Bir dernek yetimhaneye bağışlanmak üzere atkı örme kampanyası başlatmıştı.Ben de fırsat bu fırsat tüm meziyetlerimi sergilemek üzere yün almaya gittim.Bir kız çocuğu bir erkek çocuğu için ebruli ip alıp youtube da izlenmedik video bırakmayıp lastik örgüyle atkı bere ördüm.Beklenmedik derecede güzel oldu.O özgüvenle kendime çanta bile ördüm.

Kalfalık Eserim

Beş ters beş düz ilmekle yapılan oldukça basit bir çanta.Zor olan kısım sapı çantaya tutturmaktı,o da bir kaç denemeden sonra oluverdi.Çantamı takıp dışarı çıktığımda bir kadın kırmızı ışıkta 'Ne güzel olmuş,inceleyebilir miyim?'diye sordu.İşte o zaman köydeki çocukların örgümü görmeye geldiklerindeki gururu yaşadım😂

Malum kış yaklaşıyor bir atkı da kendime öreyim dedim ve cepli atkı ördüm.Hem ellerinizi ısıtıp eldiven görevi görürken hem de peçete koymak için...ay aman sadece cool duruyor diye ördüm.Ama hala işlevsel😊😇

Aynen bu modeli yaptım.Lacivert renk ve haroşa model.Ben cepleri daha küçük yaptım,burdaki gibi alttan kıvırmak yerine istediğim ebatta örüp üzerine diktim.😇
Şu sıralar bebek battaniyesi örüyorum.Amcamın dünyalar tatlısı bir kızı oldu.Bi de güzel ki anlatamam.Amcama dedim ki 'Amca kızın çok güzel galiba tacımı ona devredeceğim.' Bi afallamadı değil😂😂

Değinmek istediğim bir diğer konu örgü-yaş ilişkisi.Arkadaşlar bence örgü sadece yaşlı insan aktivitesi değil.Belki boş zamanları olduğu için yaşlılarca rağbet görmüş ama gençler hep mi meşgul canım.Televizyon izlerken,telefonla konuşurken,alt yazılı bile izlerken rahatlıkla yapılır.Çünkü bir kere elin alıştı mı otomatik pilota bağlıyor.


Son husus örgü-cinsiyet bağlamı.Bence örgü sadece kadınlara mahsus değil.Tamam kahvehanede birbirlerine örnek versinler demiyorum ama örgü ören erkek görünce yadırgamak da abes geliyor.Benim erkek kardeşim üçe giderken örmeyi biliyordu.Geçenlerde kendine atkı ördü kullandı mis gibi.
  Halihazırda evde olduğumuz şu günlerde belki siz de örmeye başlarsınız.İçinde olduğumuz endişeli ve stresli dönemde sakinleşmek isteyen,kendi ürettiğini kullanmanın verdiği gururu yaşamak isteyen varsa şimdiden kolay gelsin diyorum.Yumak dolusu sevgiler!!!
0

copyright © . all rights reserved. designed by Color and Code

grid layout coding by helpblogger.com