Blogun 1. Yıl Dönümü !!!
Çok Sorun Tek Çözüm | Cilt Bakım Hilem
Uzun bir aradan sonra merhaba Dünya!
Geçtiğimiz günlerde çok zorlu bir dönem atlattım. Başka bir yazıda mutlaka bahsetmek istiyorum. O acı günlerin üzerine bu sabah çok güzel bir güne uyandım. Baya şair gibi hissettim. Baharın son gününü yaşıyoruz ama bana cemre yeni düştü. Güneşin doğuşunu seyrettim, rengi turuncuydu, tupturuncu. Kuş seslerini dinledim. Dinledikçe daha da dinlemek istedim. Çok güzel bi sabahtı. Tüm gün içimde sükuneti hissettim.
O sırada okuyucu: Çok sağol bu bilgi için.
Yani demem o ki keyfim yerindeydi bugün. Üstüne beni daha da şımartan bir olay oldu. Hemmencecik buraya koştum.
Yazının konusu son zamanlarda çokça övgü aldığım cilt güzelliğimin sırrı 😁
Ben şanslı azınlıktayım ve cildim güzel. Tabi ben bunun farkında bile değildim. Lisede ipeksi cildimle ün yapmıştım. Diğer kızlar roaccutane kullansak mı diye birbirlerine soruyordu ben fransız. Cilt bakımı rutinim de olmadı. O gün iyi günümdeysem içtiğim kahvenin telvesini sürerdim o kadar.
Neyse efendim peri masalı da bir yere kadar. Tek tük çıkan sivilceleri de sıkardım, iz kalsa da sorun etmezdim. - ya işte o kadar habersizdim-
Gel zaman git zaman cilt yapım değişti. Kurumaya başladı ve bi krem alayım artık dedim. Araştırdım ettim eczane ürünü nemlendirici krem ve yüz yıkama sabunu aldım. Uzunca bir dönem kullandım ama memnuniyet: sıfır
Sabah sabunuyla yüzümü yıkıyorum: Hacı Şakir etkisi. Hayır yani kokusu -anladık parfümsüz de- sanki tedavisi olmayan hastalığa yakalandım da endemik bitkilerden kocakarı ilacı yapıp sürdüm gibi.
İkinci adım nemlendirici: Vıcık vıcık yapısıyla nalet olsun dedirten türdendi. Aynen şöyle oldu; kremi sürüp merdivenlerden indim arabaya bindim kuzenim dedi ki elindekiler ağır mıydı niye öyle terledin?
Anlayacağınız kahve telvesine geri dönmeme ramak kalmıştı hahahah.
Aralarda başka denemelerim de oldu ama sonuç yine fiyasko.
Elbette bu ulvi arayışıma bir son vermedim taa ki onu keşfedene kadar hghhjklkjhgf.
Cildim kuruyor demiştim. Göz altlarım bile kupkuru oluyordu. Ben de elim değmişken göz altı kremi-serumu her ne varsa alayım dedim. YouTube da yorum videoları izlerken şu videoya denk geldim:
İşte böylesine ince eleyip sık dokudum ama artık bıkmaya başladım ve günlerden bir gün kozmetik mağazalarından birine girdim. Kendimi satış danışmanının güvenilir kollarına bıraktım.
Yasal Uyarı: Ürünü açıkladığımda uğrayacağınız hayal kırıklığından müessesemiz sorumlu değildir.
Nemlendirici krem ve dudak balmı istiyorum dedim. Ama hayvansal ürün kullanmayan marka olsun dedim. Sonuçta domuz yalamak istemeyiz ama di mi? Ralph deney tavşanından sonra zaten hepimiz animal rights activist.
Satış danışmanı temiz içeriğiyle övündüğü bir yerli markayı önerdi. Sprey şeklinde nemlendirici bu formül yeni çıktı dedi. Ben de zaten canımdan bıkmışım amma uzadı bu iş. Bi de üstüne sosyal mesafeyi hiçe sayıp dibime girip kremi kendi eline sıktı bak tek seferde nasıl etki ama diye beni hipnoz etti.
Kremi alıp kaçarcasına eve geldim. Bildiğin traş köpüğü formunda. İçeriğini tekrar okudum bilmediğim her kelimeyi googleda arattım. Mis gibi içerik. Ve yüzüme sürdüğüm ilk andan itibaren ay parçasına döndüm.
Abartmıyorum bak. Resmen cildim ışıl ışıl parlıyordu. Baya sevdim neredeyse yarısına gelmiştim kii ne göreyim. Üstünde kabak gibi Body Spray yazıyor. Nasıl olur da görmem hala hayret ediyorum.
A=B
B=C ise
A=C'dir
Yani vücut losyonu yüzümde harikalara imza attıysa, iyi bir yüz kremi göz altına sürülebiliyorsa bu da demektir ki vücut losyonu göz altına sürülebilir. 😃
Hatta arkadaşlarımla görüntülü konuşurken 'kızım yüz serumu mu kullanıyorsun bizden habersiz' diye sitem işittim jhgk. Sonra gerçeği açıklayınca hem çok güldüler hem çok şaşırdılar. Yine de yüz pH ı farklıdır diye kullanma dediler. Ben de vegan krem arayışına girdim. Kendime uygun birkaç parça buldum. Hemen sonra covide yakalandığım için canımın derdine düşmüştüm.
Çok şükür son bir kaç günde toparladım. Geçtiğimiz gün amcamla görüntülü konuşuyorduk bana dedi ki "kızım amcanla konuşmak için makyaj yapmana gerek yok "hahahaha.
Vücut spreyi sürdüğümü söylemedim tabi ki. Yine bugün görüntülü konuştuk ve dedi ki, "bu kız da amcasıyla makyajsız konuşmuyor." Aynen ekrana makyajsız çıkmam asla.
Yanisi, vegan kremi beğenmezsem vücut spreyine geri döner miyim? Dönerim galiba heheh.
İşte böyle. Anlatmak istediklerim bu kadardı. En kısa zamanda tekrar görüşmek dileğiyle hoşça kalııın! Sizi seviyorum çocuklar.
Duygusal Zeka Eğitimi | Heybeye Attıklarım - 1
Herkese Merhaba!
Ekmek ya da Ekmemek | Ekmeksiz 21 Gün
Kızım Büyürken | Film Yorumu
2020 Biterken
Palto | Kitap Yorumu
Karar | Film Yorumu
Burun | Kitap Yorumu
Ikıgai | Kitap Yorumu
Tarihsiz ve İmzasız | Film Yorumu
Yerma | Kitap Yorumu
Something's Wrong with Us | Dizi Yorumu
Evdeki Ses
NOT: Anne seni seviyorum ama biraz gıybetini yapıcam ^^
Hepimizin telefonla görüşme süresi pandemi sürecinde arttı kabul. Annem de herkes gibi başladı :)
Kız kardeşleriyle tek tek sonra konferansla sonra görüntü aramayla konuştu. Bayramlarda telefonla sıla-i rahim yaptı. Whatsapp veli gruplarından gelen sesli mesajları büyük bir ustalıkla yönetti, zoom derslerini hazırlandı velhasıl düzene kolay adapte oldu. Ben de ilk başta olağan durum diye ses etmedim.
Ama her geçen gün dozu artan telefon görüşmeleri, yenilenen dakika paketleri, desibel sınırını geçen ses yüksekliği, limitleri zorlayan hertz seviyesi derken artık katlanılmaz raddeye ulaştı.
Sanki annem beni kolluyormuş gibi ne zaman elime kitap-defter, kağıt-kalem, yazılı herhangi bir metin alsam "ara" tuşuna basar oldu:)
"Anne hoparlörü kapatır mısın?"
"Anne kulaklık getireyim mi?"
"Anne kapı kapalı kalsın."
"Anne daha sabah konuşmadınız mı?"
"Sessiz olalım, gereksizse söndürelim" gibi uyarıların hiçbiri fayda etmedi, benim de aklıma sinsi bir plan geldi ve pusuya yattım. Plan şu:
1.Adım: Telefon görüşmesini ses kaydına al.
2.Adım: Konsantrasyon gerektiren bir anda kaydı son ses aç :)
NOT 2: Annem pandemiden önce dil kursuna gidiyordu bu süreçte zoom üzerinden derse devam ettikleri için ders çalıştığı zamanı bekledim. Yani ikinci adım birinci adım kadar kolay oldu.
Çok beklememe gerek kalmadan bir telefon görüşmesinin ses kaydını aldım. Çalışmaya oturduğunu görünce istifimi bozmadan:
"Anne bu fonda ders çalışınca daha kolay kavranıyor. Ben hep bunu dinliyorum." dedim ve kendi sesini dinlettim. ( hayın evlat )
Önce güldü, verdiğim mesajı anladı. Sonra kendi alıp kapattı.
Tüm bu sözler bir yana Allah hiçbirimizi anne sesine hasret bırakmasın. Asla şikayet etmiyorum aksine sahip olduğum nimetin farkındayım. Yeter ki mutlu olsun, yeter ki sesi gür ve neşeli çıksın. Tüm çekiç-örs-üzengi sistemim onu işitsin razıyım.<3 <3 <3
Sonuç ne mi oldu?
"Nerden de geliyor aklına böyle şeyler?" deyip, yaşanan bu ilginç olayı teyzemlere anlatmak üzere telefona sarıldı ;) Ava giderken avlandım, kendi topuğuma sıktım resmen.
Siz siz olun annenize ders vermeye kalkışmayın arkadaşlar. Bugünlük benden bu kadar. Bir sonraki yazıma kadar hatta kalın. Şey amaan, hoşça kalın!..
Fatih - Harbiye | Kitap Yorumu
Hükmen Aşçı
Merhabalar!
Size yemek pişirmede hiç mahir olmasam da nasıl hükmen aşçı sayıldığımdan bahsedeceğim. Yaşadığım iki olaydan sonra kendime bu unvanı verdim.
1.Olay: Amcamla Tatlı Sert
Günlerden bir gün annem baklava açıyordu. Ben de fındık serpip, nişasta getirerek, fazlalık yufkayı keserek yamaklık yapıyordum. Baklava bitmesine yakın son katları ben açayım diye anneme dil döktükten sonra iki yufka açtım. E bu durumda baklavayı ben yapmış sayılıyorum:)
O günün akşamında amcam Almanya'dan gelmişti, 'ben yaptım' diyerek tatlıları servis edince Allaaah! Bir övgü, bir iltifat, kıtır kıtır olmuş, şerbetini de çekmiş, anlata anlata bitiremediler. Amcam gelmesinin şerefine yaptığıma hükmedip onure olup sosyal medyaya resmini bile koydu;)
#yiğenimhoşgeldintatlısı
Amcam artık her seferinde benden baklava ister oldu. Çoğu kez türlü bahanelerle bertaraf etsem de kaçış da bi yere kadar. En sonunda ısrarlara direnemedim ve tel kadayıflı muhallebi yaptım. Amcam 'tembel tatlısı bu' diyerek kabul etmedi. E tabi baklavadan sonra şanıma gölge düşürmüştü.
Bize geldiğinde baklava yapmayacağını anlayan amcam taktik değiştirdi ve onlara misafirliğe gittiğimde oklavayı elime tutuşturdu. İtiraf etmenin zamanı gelmişti. Ne kadar ben yapmamıştım desem de inandıramadım. Amcamın bana olan güvenine şaşkın, yengemin 'iş açtı başıma' bakışlarından tedirgin halde kolları sıvadım.
Ve açtım. Evet oldu. Her ne kadar az katlı olsa da, yufkalar karton kadar olsa da oldu. Daha da tuhafı çok lezzetli oldu. Nası bi can korkusuyla yaptıysam😂😂
Ve böylece misafir umduğunu değil bulduğunu yer atasözüne alternatif getirdik.
#misafir ev sahibine umduğunu yedirir#
2. Olay: Lafla Pilav Pişerse Deniz Kadar Yağı Benden
Pilav yapmayı vakti zamanında denemiştim. Ama ya lapa oldu ya kuru. Evdekiler de 'sen yapma biz yaparız' diyerek kalbimi kırınca, sonra da 'pilavı herkes yapamaz zaten' diye telafi (!) edince kabullenip vazgeçmiştim. Ta ki geçtiğimiz Ramazan ayına kadar.
İftara dakikalar kalmıştı ki bizimkiler pilavı kim pişirsin, ben pişiririm, sen pişir, hala pişirmedin mi diyedururken 'iş başa düştü! diye aldım sazı elime.
Bir yandan arpa şehriyeyi kavururken diğer yandan salatayla boğuşuyordum. 'Eyvah yandı galiba! Yok yaa tam kavruldu, artık olduğu kadar.'
Böylece ezan okunmadan hem pilavı hem salatayı çıkarttım. Yemekteyiz yarışmasındaki rakipler kadar tatlı dilli ailemin beğenisine sundum. Gerçekten beğendiler. Ben de şaşırdım, şimdi beğenip arkamdan 1 puan verirler sandım. Ama hem lezzetli olmuştu hem de tane tane:) O yorgunlukla karışık gururu anlatamam. İstanbul için iftar, benim için iftihar vaktiydi anlayacağınız.😊
Diğer yemekleri çok güzel yapamasam da baklava ve pilavı böylesine lezzetli yaptığım için, teselli ödülü mahiyetinde, kendime bu unvanı verdim.
Ören Bayan
Merhaba Dostlarım! Bugün on parmağımdaki tek marifet olan örgü maharetimden bahsedeceğim.
Örgü örmeyi on yaşımda annemden öğrendim.Ve çok sevdim.Hatırlıyorum o yaz köye gittiğimizde teyzemin ipiyle şişlerini alıp örmüştüm de örmüştüm.Bütün çileyi örüp bitirmiştim,köydeki diğer çocuklar camideki kurstan sonra örgümü görmeye gelmişlerdi.Hayretler içinde hepsini sen mi yaptın diyorlardı:) Nası hoşuma gitmişti.Gülüşümü zor saklıyordum.
Neyse efendim sorun şu ki ben düz örmeyi biliyordum,öyle dümdük.Model desen yok,kazaktır,atkıdır hiçbiri değil.Seyirlik ördüğüm şey lif olmak için fazla büyük,paspas olmak için fazla küçük olunca makus kaderini yaşadı ve sökülüp yumak haline geri döndü.Kısacası un var,şeker var,yağ var ama helva yapamıyorum.
Taa ki geçen seneye kadar.Bir dernek yetimhaneye bağışlanmak üzere atkı örme kampanyası başlatmıştı.Ben de fırsat bu fırsat tüm meziyetlerimi sergilemek üzere yün almaya gittim.Bir kız çocuğu bir erkek çocuğu için ebruli ip alıp youtube da izlenmedik video bırakmayıp lastik örgüyle atkı bere ördüm.Beklenmedik derecede güzel oldu.O özgüvenle kendime çanta bile ördüm.
Şeker Portakalı | Kitap Yorumu
Öncelikle bilinsin isterim bir çocuğun hayatını böylesine iyi anlatan başka roman okumadım. Zezé'nin büyükleri anlamaya çalışması,hayal dünyası,yaramazlıkları,sevgisi,nefreti çok gerçekti.
Kitap yüreğime öyle işledi ki...Zezé'nin yaramazlıklarından yaka silken herkes onu şeytanlıkla suçladı.Sırf haylazlık etti diye yediği dayaklar..İçim cız etti ya!Kitabın içine girip Zezé'ye sarılmak onu teskin etmek istedim.Ve bu duruma o kadar alışmış ki.Kötü dayak yediğinde iyileşene kadar kimsenin ona dokunmayacağını öğrenmiş,annesinin bilerek ince odunlarla vurmasını,ablasının ne zaman kulak çekip ne zaman şaplak atacağını yüz ifadesinden anlaması tüm bunlar beni kahretti.Bazen kendinin bile şeytan olduğuna inansa da sadece yaramaz bir çocuktu.
Zezé'nin Portekizliyle dostluğu,sevildiğini hissetmesi ve buna ne kadar da muhtaç olması bana çok önemli bir şeyi fark ettirdi.Ailedeki herkes Zezéyi seviyor ama gösteremiyordu.Çünkü anne fabrikada,baba işsizlikten mutsuz,ablalar evi çekip çevirmek zorunda.Yaramazlık yaptığında belki disiplin etmek için belki başka türlüsünü bilmedikleri için dövdüler Zezé'yi.Ve çocuk dayakla sevgiyi bağdaştıramıyor.Yani Zezé ilk defa Portekizli tarafından sevilmedi,Zezé ilk defa sevildiğini hissetti.
Bizde de hem severim hem döverim diye bir laf vardır ya.O kadar yanlış ki!!!Bunu bir çocuğun anlamasını bekleyemeyiz elbet.
Portekizli öldükten sonra babası iç buldu,annesi hep yanında olacak,daha iyi bir eve taşınacaklar ama Zezé'nin gözlerindeki hüznü son satıra kadar hissettim.
Dikenler Tacı Çiçeğim
It's Okay to Not Be Okay | Dizi Yorumu
Herkese Merhaba!
Bugün diğer adıyla Psycho But It's Okay, oyuncuların deyimiyle ya da benim duyduğum kadarıyla 😛 'Sayko haciman kençana' dizisinden bahsedeceğim.
Dizinin bazı afişlerini görünce ayy kesin ağırkanlı dram dizisi dedim. Dört bölüm yayınlandığı halde merak edip bakmadım bile. Başka dizi bulamayınca zoraki açtım ama o da nesi! Dizinin giriş sahnesinden tutun da sondaki yoğurt reklamına kadar her şeyine ba yıl dım. Dram,komedi,merak,heyecan,hüzün,sevgi,kıskançlık,mutluluk,öfke,nefret,korku,dostluk,aile,kardeşlik her şeyden ve hepsinden o kadar dozunda vardı ki tam kulak memesi kıvamında bir diziydi. Konusunun güzelliği, oyunculukların muhteşemliği, çocuk oyuncuların yeteneği, duygu işlenişi ve daha bir sürü şey. Övmelere doyamadığım diziye biraz da yakından bakalım. Şimdiden söyleyeyim bayağı yakından bakacağım izlemediyseniz okumayınız. Ve derhal izlemeye başlayınız.
Konusu:
Psikiyatri bölümünde çalışan Moon Kang Tae otizimli ağabeyi ile zor bir hayat yaşamaktadır. Antisosyal kişilik bozukluğu olan masal kitabı yazarı Ko Moon Young ile yolları kesişir ve benliklerini keşfederler.
Bu ana fikri ben yazdım ama konusu asla bu değil di mi😄 Hangi birini yazayım nerden başlayayım a dostlar! Konusunun güzelliğinden mi bahsedeyim, Moon Youg'un masallarından mı, dizideki animasyonlardan mı, hastalar üzerinden verilen hayat derslerinden mi, OST'ların mükemmelliğinden mi, başrollerin dudak uçuklatan oyunculuğundan mı? İyisi mi karakterlerden başlayalım.
NOT: Dizinin başlarında konuk oyuncularla birçok hastalığı işlediler. Hatta arkadaşımla dalgasını bile geçtik, açık öğretim psikoloji mezunları bu dizide staj yapar dedim. Bereket versin karar geri çekildi. Ama bu diziye tez bile yazılır.
Başta Kang Tae'nin hasta bakıcı olmasını yadırgadım. 'Hemşiredir o yaa' .En azından hemşire olsaymış dedim. O kadar alışmışız ki şirket CEO'su görmeye, zengin değilse fakir ama başarılı olmak zorunda algısı oluşmuş bende. Mesleği diziye kusur değil mükemmellik katmış .Çok daha gerçekçi olmuş.
Kesici ve delici aletlere ilgisinin sebebini anlamadım ama kıyafetlerine uyumlu siyah sigarasını hoş karşılamadım. Yoncayla falan sansürleyeydiniz.
Bu krizden sonra Sang Tae' nin günlerce inzivaya çekilmesi, Kang Tae' nin kapıda sabırla abisini beklemesi.. Kardeşlikleri çok güzeldi.
Gerçeği öğrenince kendini odaya kapatıp dışarı çıkmaması, kardeşlerden taşınmasını istemesi aklına gelen tek çareydi. Kendini kabahatli görmese de birlikte mutlu olmayı hak etmediklerini düşündü.
Ve Final
Gelmiş geçmiş en iyi finaldi. Son bölümün son sahnesinin son saniyesine sıkıştırılmadı. Tüm bölümü sırıtarak izledim. Birlikte seyahate çıkmaları kalp ben.